İslam kelimesi lügatte; barış, esenlik demektir. Kelime anlamından da anlaşıldığı üzere din; insanları doğruya, güzele, adalete, barışa ulaştırmak için vardır. Bizler dünya denen meskene gönderilip etrafımızdaki hiçbir nesnenin cevabını alamadan yaşayan birer avare olabilirdik. En önemlisi, ‘ben kimim? neyim ? neden varım ? burada olma amacım ne? nasıl olmalıyım ?’ gibi hayati soruların cevaplarını alamayabilirdik. Düşününce, böylesi bir durumda yaşamak ne büyük ızdırap… Din, tüm bu soruların cevabını insana sunmak, insanı hakikate yönlendirmek ve bu sayede daha selim bir hayata ulaştırmak için vardır.
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır?”1
Yüceler yücesi Allah, insanı başıboş bırakmamış, ilk insandan itibaren tüm insani ve ahlaki melekeleri vahiy yoluyla öğretmiş, örnek ve yol gösterici Peygamberler göndermiştir. Sevgili Peygamberimiz’in(sav) hayatına baktığımızda ise hep en güzeli, en güzel olmayı anlatan ve yaşatan bir örnek görürüz.
Kur’an-ı Kerim’de; “Ve gerçekten sen, çok yüce bir ahlak üzeresin.”2 buyrularak, Hz. Muhammed’in(sav) ahlakına ‘yüce’ tabiri kullanılmıştır. İçimizi titreten bir örnek; birgün Resulullah’ın(sav) yanına bir bedevî gelerek yardım ister. Fakat bunu yaparken hırkasından çekerek mübarek boynunda iz çıkmasına sebep olur. Allah’ın Resul’ü ise gülümser ve ona istediği yardımın verilmesini emreder.3 Yapılan her türlü kötülüğe daima iyilikle karşılık veren sevgi ve şefkat Peygamberi, daha nice örnekleriyle öylesi güzel ve özel ahlaklı bir Peygamber.
Peki, Güzel Ahlaka Nasıl Ulaşılır?
Peygamber, kısa ve özlü olarak İslam’ı, “İslam güzel ahlaktır.”4 buyurarak tarif etmiştir. Dinin hedefi, insanı güzel ahlaka ulaştırmaktır. İslam’ın bize sunduğu evrensel ilkelere baktığımızda üç ana başlık görürüz. İman, ibadet ve ahlak. Bu ilkeler birbirini tamamlayan ve aralarında sıkı bir bağ olan ilkelerdir.
Peygamberimiz(sav): “…İnsan bedeninde bir et parçası vardır. O sağlam ve sâlih olursa beden bütünüyle iyi. O kötü olursa beden de tamamıyla kötü olur. Dikkat ediniz ki o, kalptir.”5 buyurmuştur.
Herşey kalpte başlar. Öncelikle selim bir kalp ve sağlam bir imana sahip olmak gerekir. Kalbini güzelleştirmek isteyen kişi, önce düşüncelerini, olaylara bakış açısını değiştirmelidir. Kalp bizim mahremimiz, en özel parçamızdır. Onu özenle koruyabilmek adına her düşünceyi, olumsuz enerjiye sahip meseleleri oraya dahil etmemeliyiz. Esasen, hakikati aklımızla görüp kalbimizi de onunla beslemeliyiz. Kiminle ve neredeysek kalbimiz oradan beslenir ki; etrafımızı, en önemlisi gönül hanemize alacağımız kişileri de özenle seçmeliyiz.
Hayat boyu imtihandayız, insanlarla imtihan olacağız elbette. Bizi üzen kişilere kızmadan veya kin tutup kalbimizi intikam kiriyle kirletmeden önce Peygamber’in(sav) imtihanlarını, O’na yapılan eziyetleri düşünüp tüm bunlar karşısındaki tavrını aklımıza getirelim. Kötülüğe dahi iyilikle karşılık verecek olgunluğa eriştiğimiz zaman, gerçek imanın tadının intikamdan çok daha lezzetli olduğunun farkına varacağız. Ve kendimizi bir kötünün kötülüğüyle cezalandırmak yerine iman nuruyla ödüllendireceğiz. Herşeye rağmen, gönül dünyamızı hep güzelliklerle beslemeyi öğrenebilmemiz gerektiğinin farkına varmalıyız.
Kimse doğuştan kötü değildir. Rum suresinde, “Fıtrattan verilen din.”6 şeklinde bahsedilir. Her insan yaratılış gereği doğruya ve hakikate ulaşacak potansiyele sahiptir. Buna en güzel örneği, putperest bir ailede ve toplumda dünyaya gelen Hz. İbrahim’in, Allah’ın verdiği akıl ve irade ile Allah’a ulaşmasını gösterebiliriz. Demek ki, özü tertemiz yaratılan insan için temel gaye, evvelâ kendi benliğini keşfetmektir.
‘Kendini bilen Rabb’ini bilir.’ (Hz. Ali)
Nefes aldığımız sürece, tövbe kapısı açık olan Rabb’imize hakiki bir yöneliş, asla geç değildir. Ardından, diğer bir ilkemiz olan ibadetleri sağlam bir iman ve samimiyetle yerine getirmek gerekir. Ruh ve bedenden oluşan insan, nasıl ki hayatta kalabilmek için bedenini besliyorsa, ruhunu da ibadetle beslemeye muhtaçtır. Özünde tertemiz bir yaratılışa sahip olan ruhumuz için, ibadetlerden uzak kaldığında yoğun bir ızdırap kaçınılmazdır. Samimiyet ve ihlasla yapılan ibadet ise bizleri bir diğer ilkemiz olan güzel ahlaka ulaştırır.
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar (namazlarıyla) gösteriş yaparlar. Ve ufacık bir yardıma bile engel olurlar.”7 Maun suresinde geçen bu ayetlerden de anlaşıldığı üzere, güzel bir ahlak ve samimiyete sahip olmadan yapılan ibadetin Allah katındaki yeri düşünülmelidir. İçimiz ürpermeli değil mi bu konuda? Namaz kılıp selam verdikten sonra kalp kırabilen, oruçken asabiyeti kendimize hak gören, çevresine karşı duyarsız; yetimi, yoksulu gözetmeyen hoşgörüsüz bir Müslümansak eğer, sorgulamamız gereken çok şey var demektir.
Gerçek mü’min olmak, imanın altı şartına da bir bütün olarak gönülden iman etmektir. Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğine inanan bir insanın davranışları da güzelleşecektir. Gerçek Müslüman olmak ise, İslam’ın beş şartını özenle yerine getirebilmektir. Bu durumda, hakiki mü’min ve Müslüman olma yolunda gayret gösteren bir beşer için güzel ahlak kaçınılmaz olacaktır.
Rabia DIVARCI
Dipnot:
1 Kıyamet Suresi, 36. Ayet
2 Kalem Suresi, 4. Ayet
3 Kenzü’l- Ümmâl, h. No: 18709
4 Kenzü’l-Ümmâl, 3,17
5 Buhari, iman, 39
6 Rum Suresi, 30. Ayet
7 Maun Suresi, 4-7. Ayetler