ADEM

En Kutlu Yolculuk: İsra ve Mi’rac

Mi’rac, Efendimiz(s.a.v)’in Allah ile buluşması…Mi’rac, en güzel hediyelerin verildiği yer… Mi’rac, her gün beş defa Rabbimiz ile buluşmak… İsra,en kısa ama çok uzun yolculuk… İsra, en dar zamanında Efendimiz(s.a.v)’e bir teselli… İsra ve Mi’rac, Allah’ın peygamberine büyük bir mucizesi… İçinde bulunduğumuz manevi baharımız üç ayların ikinci kandil gecesi, Receb ayının yirmi yedinci gecesi, Mi’rac kandili…İsra ve Mi’rac, Efendimiz(s.a.v)’e en bunaldığı, en daraldığı, yakınlarını kaybetmenin ve insanlara tebliğ için çabalayıp karşılık alamadığı bir zamanda teselli olarak verildi. Efendimiz(s.a.v), bir gece yatağında iken Allah-u Teala’nın izni ile Burak isimli bir binekle Mescid-i Haram’dan , islamiyetin ilk kıblesi olan Mescid-i Aksa’ya; oradan da Rabb’inin huzuruna, göğe yolculuk etmesidir. O(s.a.v); zevcesi , en büyük destekçisi ve zor zamanlarında kendisine bir ferahlık kaynağı olan Hz. Hatice’yi ve kendisini ulu bir çınar gibi koruyan, gözeten, himaye eden amcası Ebu Talib’i kaybetmişti. Efendimiz(s.a.v)’i bu durum derinden üzmüştü ve O’nun bu hüznünden dolayı bu yıla “hüzün yılı” ismi verildi.İşte böyle zor zamanında Efendimiz(s.a.v)’e, karanlıklardan aydınlığa çıkması için ise ümmetine Mi’rac hediyesi geldi… O günden sonra her Müslüman, ne zaman kendisini yalnız ,darda kalmış hissetse ve günde beş defa seccadesini serip, Mi’rac’ta hediye edilen namaz ile huzur bulacaktı…Kuyulardan alıp göğe yükseltir gibi kanatlandıracaktı ümmeti namaz… Efendimiz(s.a.v)’in “gözümün nuru” dediği en önemli ibadet olacaktı. Rabbi ile buluşan huzurla dolup, manevi iklimi yaşayacaktı. Ve kendisini huzuruna kabul ettiği için Rabbine çok şükür edecekti. Tıpkı Mi’rac mucizesinde olduğu gibi zamanın ve mekanın sınırlarını aşıp Rabbi ile konuşacaktı insan… “Namaz, mü’minin mi’racıdır” hadis-i şerifiyle, her mü’min kendi mi’racını yaşayabilecekti. Çünkü namaz kılmak, şükür etmek; şükür ise Allah’a yakınlıktı… Ve Mi’rac, insanlara şu gerçeği ne güzel öğretti : Eğer Rabbimiz isterse ne zamanın sınırı vardır ne de mekanın. O dilerse, olmaz denilenler de olur, imkansız olan şeyler de gerçekleşir. Her şey O’nun dilemesine bağlıdır. Efendimiz(s.a.v), Mi’rac’tan döndüğünde yatağı hala sıcaktı. Oysa o süre zarfında Mescid-i Aksa’ya, oradan da Sidretü’l- Münteha’ya gitmişti. Rabbi ile buluşmuş, peygamberlerle konuşmuş, cennet ve cehennemi ziyaret etmişti. Efendimiz(s.a.v), bu yolculuktan sonra cennet ve cehennem ehlini, onların hallerini ümmetine en güzel şekilde tebliğ etti. O’na inananların yanısıra inanmayanlar, anlattıklarının imkansız olduğunu söyleyenler de vardı. Efendimiz(s.a.v)’in bu kutlu mucizesi, İsra suresi ile insanlara şu ayet-i kerimelerde bildirildi : “Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammed’i, Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya götüren o zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi gören O’dur.” (İsra,1) “O, ufkun en yukarısında idi. Sonra indi ve yaklaştı. Nihayet kendisine iki yay kadar, hatta yakın oldu. Sonra da vahyolunacak şeyi Allah kuluna vahyetti. O’nun gördüğünü kalbi yalanlamadı. Şimdi O’nun gördüğü hakkında onunla mücadele mi edeceksiniz? And olsun ki onu bir kere daha hakiki suretinde gördü. Sidre-i Münteha’da gördü. Ki, onun yanında Me’va cenneti vardır. O zaman Sidre’yi Allah’ın nuru kaplamıştı. Gözü ne şaştı ne de başka bir şeye baktı. And olsun ki Rabb’inin ayetlerinden en büyüklerini gördü.” (Necm,7-18) Efendimiz(s.a.v), Mi’rac’tan birçok hediye ile döndü. Bu hediyeleri ümmetine ulaştırdı. Bu hediyelerden ilki, beş vakit namazdı. Rabb’ine şükredebilmesi için ümmete bu güzel fırsat verildi. Huzur kaynağı, göz aydınlığı, hayatın anlamı namaz… Hediyelerden diğeri, “Amenerrasulü” olarak bilinen, Bakara Suresi’nin son iki ayeti idi. Bu iki ayet, ümmete adeta bir ferahlık oldu. Çünkü ayet-i kerime içerisinde geçen “Allah, hiçbir kimseye gücünün yettiğinden başkasını yüklemez” lafzı, ümmetin zor zamanlarında bir teselli idi aslında…Ve Allah, kulundan yapamayacağı bir şeyi istemeyeceğini, vermediği bir şeyden sorumlu tutmayacağını bildirmişti. “İslam, kolaylık dinidir”hadis-i şerifi ile birbirini tamamlayan bu ayet, yaratıcımız olan Rabbimiz’in, yarattığı kuluna dahi kaldıramayacağı yük yüklemeyeceğini bildiriyordu. Dolayısıyla ibadetler, imtihanlar, zorluklar insanın yapabileceği şekilde verilmişti. Ayet-i kerimeler, ümmete çok güzel dualar da öğretti: “Dinledik, (emrine) itaat ettik.” “Ey Rabbimiz! Mağfiretini dileriz. Son varışımız ancak Sana’dır…” “Ey Rabbimiz! Unuttuk yahut yanıldık ise, bizi tutup sorguya çekme.” “Ey Rabbimiz! Bizden önceki ümmetlere yüklediğin gibi, üstümüze ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Takat getiremeyeceğimizi bize yükleme! Bizden (sadır olan günahları)sil, bağışla! Bizi affet, bizi esirge. Sen bizim Mevlamızsın! Artık, kafirler güruhuna karşı da bize yardım et.” (Bakara,285-286) Yine ayet-i kerimede iman edilmesi gereken esaslar sayılıyor ve peygamberler arasında ayırt etmeden hepsine iman edip sevmemiz gerektiği bildiriliyordu. İnsanlığın belki de en çok bilmesi gereken bir gerçek daha ifade edildi ayette… “Herkesin kazandığı (hayır) kendi yararınadır, yaptığı (şer) de kendi zararınadır” Mi’rac ile verilen son hediye ise, Muhammed(s.a.v) ümmetinden kimsenin, şirk koşmadan iman ile ölmesi halinde cennete girebileceği müjdesidir. Efendimiz(s.a.v)’in şu hadis-i şerifiyle işaret ettiği gibi, “Kalbinde hardal tanesi kadar bile olsa iman üzere ölen kişi , cennete girer.” Dolayısıyla mü’min için (şirk koşmadıkça) ebedi cehennem yoktur. Şirk koşmadan iman üzere ölen kişi, -günahları kadar ceza çektikten sonraAllah’ın izniyle cennete girer, ebediyen cehennemde kalmaz. Allah-u Teala, bu güzel müjdeyi Efendimiz ümmetine Mi’rac’ta verdi. İşte birçok mucizenin, doğaüstü olayların gerçekleştiği, Efendimiz(s.a.v)’e hediyelerin verildiği ve Efendimiz(s.a.v)’in Rabbi ile konuştuğu bu mübarek geceyi bizler, “Mi’rac kandili” olarak kutlar ve ihya ederiz. Nasıl ki Efendimiz(s.a.v), zor zamanlarında iken Mi’rac O’na bir teselli, bir huzur kaynağı olmuş, O’nun ümmeti de bu mübarek geceyi ihya etmeli ve kıymetini bilmelidir. Mi’rac’ın en güzel sembolü olan namaz ile müşerref olmalıdır.Ayrıca her kandil, mübarek gün ve bilhassa Mi’rac gecesi, insanın bir miladı olmalıdır. Kişi, ihmal ettiği ibadetlerine gayret etmeli, kendisini muhasebe etmeli, özellikle namaz konusunda hassasiyetli olmalıdır. Her namaz kıldığında Peygamberimiz(s.a.v)’in Mi’rac’ta hissettiği huzurun temsili olarak huzur bulmalı ve Rabbinin karşısında olduğunu hissetmelidir. Sidretü’l-Münteha’da “iki yay kadar hatta daha yakın” diye ifade edilen Efendimiz(s.a.v)’in Rabb’ine yakınlığı gibi , secde anında Rabbine yakın olduğunu düşünmelidir. Her kandilde olduğu gibi Mi’rac kandili de eskiden beri büyük bir coşku ile kutlanır ve ümmette bir huzur uyandırır. Edebiyatımızda ise “Mi’raciyye” ismi ile Mi’rac hakkında şiir yazma geleneği oluşmuş ve birçok büyük şairimiz Mi’rac’ı anlatan şiirler kaleme almıştır. Yine Necip Fazıl Kısakürek’in Mi’rac ile ilgili şiiri de ümmetin İsra ve Mi’rac ile ilgili hissiyatını kuvvetlendirir. Bu dizeler şöyledir: “… İsra…gece gitmek… Kur’an’da ismi… Bir yolculuk…İsra… Zamandan ve mekandan azattır cismi İlahi ibra… Seven, sevilenle buluşmak diler, En mahrem meclis… “Geceleyin beni alıp gittiler” Ne güzel hadis!.. Çıktı, çıktı…Henk ahenk merdiven… Her katta bir iş… Döndürüp yıldızlar üstünde düven… Kat kat yükseliş… O erişti, nasıl erişsin tabir? Had ötesi had… Bir O, tek kul bir de sayı üstü BİR Allah ki, Ehad… Yolları göklere bağlayan perçin. İnsanlığı Resul’den gayrı kimse güdemez Mukaddes parmak göğe doğru… Ve ay iki şak; Vurduğu granit kaya, külden daha yumuşak…” Rabbimiz, Mi’rac ile ümmetin yeniden yükselmesini nasib etsin, onun vesilesi ile günahlarımız affeylesin. Bizleri mübarek günlere ulaştırdığı için sonsuz şükürler olsun…(AMİN)

Ahmet Alper ERDOĞDU

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni