بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
İnsanlık tarihine baktığımızda geçmiş dönemde insanların büyük ölçüde ölümlere neden olan vebâ vb. hastalıklarla karşı karşıya kalıp mücadele ettiğine şahit olmaktayız. Misal vermek gerekirse; 1346 – 1353 yılları arasında meydana gelen Kara Veba salgınında 75 ila 150 milyon arasında insanın hayatını kaybettiği söylenmektedir. Yakın tarihe baktığımızda 1918 yılında meydana gelen İspanyol gribinin yine milyonlarca can aldığı bilinmektedir. İsimleri ve etkileri ne olursa olsun insanoğlu farklı salgınlarla imtihan edilmiştir.
Yüce Rabbimiz, biz müminlere hidayet rehberi olarak gönderdiği kuran-ı’ kerim’de imtihan hakikatini bir ayetinde şöyle bildirmiştir: “Şüphesiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile sınayacağız. Sabredenleri müjdele! Onlar, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Doğrusu biz Allah’a aidiz ve kuşkusuz O’na döneceğiz’ derler” [1] ayetin genel manasına baktığımızda korku, açlık ve canlardan eksilme hususlarına dikkat çekildiğini görmekteyiz. Korku ile imtihan edildiğimizde psikolojik, açlık ile sınandığımızda biyolojik olarak, can ile sınandığımızda ise sosyal açıdan etkilenmekteyiz. Başka bir ayette ise şöyle buyrulmaktadır:“Andolsun, mallarınız ve canlarınız konusunda imtihana çekileceksiniz…”[2]. Hak Teala, dünya hayatının geçici olduğunu bir musibet olduğu zaman sabretmemiz gerektiği mesajını bu ayetleriyle kullarına bildirmektedir.
Makamı ve mevkisi ne olursa olsun bu musibetler karşısında insanlar korkuya kapılarak, açlık ve yokluk endişesiyle yaşamaya başlar. Bu imtihanlar karşısında kimisi işinden olur, kimi malını kaybeder ve kimisi de eşini, dostunu ve yaşamını yitirir. İşte bu zor imtihanlarla karşı karşıya kalan müminler için tam bu noktada inançları ve maneviyatları en önemli güç kaynağı olur. Mümin, görünürde şer gibi gözüken musibetleri sabır ve metanetle karşılar, Rabbine olan bağlılığını güçlendirerek O’ndan yardım diler.
Günümüzde etkisini devam ettiren bu virüs musibetine karşı bizim sabrımız da maske mesafe ve temizlik alanında olmalıdır. Temizlik konusu biz Müslümanların asırlardan beri İslam kültürüne yerleşmiş önem ve özen gösterilen hassas konulardandır.
Nitekim bu konuyla ilgili ayet ve hadislerde bu konunun hassasiyeti açıkça belirtilmiştir. Efendimiz (s.a.v)’e bildirilen “Elbiseni tertemiz tut.”[3], “Maddi-manevî her türlü pislik ve kötülükten uzak dur.”[4] İlahi emriyle konunun önemini kavramaktayız.
Hz. Peygamberin hadislerine ve örnek hayatına baktığımızda temizlik hususunun ehemmiyetli bir konu olduğunu görmekteyiz. “Yemeğin bereketi, hem yemekten önce hem de yemekten sonra elleri yıkamaktadır.”[5] “Allah Teâlâ temizdir; sadece temiz olanları kabul eder. Allah Teâlâ peygamberlerine neyi emrettiyse mü’minlere de onu emretmiştir…’’[6] hadis-i şerifleri konuyu özetler niteliktedir. Bu noktada gösterilen sabır, bu süreçte sadece bizim için değil aynı zamanda en sevdiğimiz etrafımızda değer verdiğimiz insanlar için de olmalıdır. Sadece kendi benlik ve nefsimizi değil, Aile efradımızı da düşünüyorsak temizliğe gereken özeni mümin bir kul olarak göstermemiz gerekir.
Biraz daha manevi atmosferde tefekkür etmek gerekirse, Musibetlere karşı gösterilen sabrı insana tevekkül ve teslimiyeti alıştırdığını görürüz. Sabırsızlık ise Allahın rahmetini sorgulamak ve hikmetinden hoşnut olmamak anlamına gelir. Hastalıklara ve böyle durumlarda şikâyetci olmak aciz ve zayıf insanların bir özelliğidir. Böyle bir durum müminlere yakışmaz. Bu bağlamda Yüce Allah tarafından verilen virüs vb. hastalıklardan şikâyet etmemek gerekir. Çünkü zahiren bir musibet olarak görülen bu tür hastalıklar insanları sabretmeye alıştırarak inşallah müminleri günahlardan arındırır ve sonuçta Allah’ın rızasına ulaştırır.
Mümin olarak musibetlere karşı sabırlı, kararlı ve vakarlı duruşumuzu bozmadan devletimizin ve yetkili kamu kuruluşlarının gerekli talimatlarını yerine getirmemiz gerekir. Temizlik konusunda gösterdiğimiz özeni diğer kurallarda da göstermeliyiz. Özellikle hastalığı diğer insanlara bulaştırabilecek yollardan kaçınmamız gerekir. Evde kaldığımız karantina süreci bu süreçte önem arz etmektedir. Bu süreçte karantina bölgemizden çıkıp diğer insanlarla herhangi bir temasta bulunmak kul hakkına girmek demektir.
Allah Rasulü (s.a.v) asırlar öncesinden günümüze ışık tutan şu hadis-i şerifle bizlere karantina uygulamasıyla ilgili tavsiyede bulunmuştur: “Bir yerde vebâ hastalığı olduğunu işittiğiniz zaman oraya girmeyiniz. Hastalık içinde bulunduğunuz yerde vuku bulursa, ondan kaçmak için sakın o yerden çıkmayınız” Bu hadis-i şerifle birlikte bugün salgın hastalıklarda uygulanan tecrit – karantina yöntemini haber verdiğine tanıklık etmekteyiz.
Bu zor süreçte mümin olarak üzerimize düşen diğer bir görevde gerekli tıbbi tedavileri olmaktır. Doktorların bize tavsiye ettiği ilaç ve yöntemleri kullanarak iyileşme sürecini hızlandırmamız gerekir. Gerekli tüm tedavileri olduktan sonra nimetlerin de musibetlerin de Allah’tan (c.c) geldiğine tam bir teslimiyetle inanmamız gerekir. Mümin bir şuur sergileyen bir kimse tüm tedavileri ve tedbirlerini aldıktan sonra Allah’a tevekkül ederek hastalığın olumsuz etkilerini en aza indirirler. Dünyevî korku ve endişelerle her an geleceğinden endişe duymak ve tedirgin olmak iman şuuruyla çelişen bir harekettir.
Binaenaleyh virüs vb. salgın hastalıklarla karşılaşan mümin bir kimse bunun bir imtihan olduğunu ve aynı zamanda belki de günahlara kefaret olduğunu düşünüp psikolojik olarak kendisini rahatlamaya çalışması gerekir.
Mümin kimse korku ve endişeden uzak durarak(gerekli tüm tedavi yöntemleri yaptırıp) vefat etmesi durumunda şehitlik mertebesini kazanacağına inanarak dünya hayatı için düşünülmesi bile son derece acı veren dünyadan ayrılığı kendisi için istenen bir konuma getirerek teselli bulur ahiret hayatı için daha güzel amellerde bulunmaya çalışır.
Bu tür hastalık veya musibet ile karşılaşan kişiler Allah’a (cc) dua ve niyazda bulunarak bu sıkıntılarını azaltabilirler. Bu şuurla hareket eden insanlar, psikolojik olarak rahatlar ve musibetler karşısında daha olumlu bir duruş sergilemeye çalışırlar. Nitekim Rabbimiz; “… “Bana dua edin duanıza icabet edeyim…”[7] buyurmaktadır. Öyleyse bizlerde şifa vesilesi olan duaya sımsıkı sarılmalı bu musibetten ancak O’nun yardımıyla kurtulabileceğimiz düşüncelisiyle niyazda bulunmalıyız.
Bu vesileyle Rabbimizden;
Canla başla gayret gösteren sağlık çalışanlarımıza kolaylıklar,
Tedavisi devam eden tüm hastalarımıza acil şifalar,
Hayatını kaybedenlere rahmet, geride kalanlara sabır diliyoruz. (amin)
Ahmet Alper ERDOĞDU
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni
[1] el-Bakara 2/155-156
[2] Al-i İmrân 3/186
[3] Müddesir/4
[4] Müddesir/5
[5] Tirmizi, Şemail, 79
[6] Müslim, Zekât 65
[7] Mu‘min 40/60