Din insan fıtratının tanıyıp kabul edebileceği bilgiler vermektedir. Fıtrat yaratılışta bulunan inanma yeteneği demektir. Fıtrat inanma ihtiyacı içindedir. Neye ve niçin inanacağının isimlerini insan bulacaktır. Bulmacanın soruları vardır ve cevapları da bu dünya yaşamında gizlidir. Fıtrat bir puzzle gibidir, kayıp parçaların bulunması heyecanı içindedir. Dünya insana bazen bir araba hurdalığını hatırlatmaktadır, oldukça fazla malzemenin olduğu bu hurdalıkta fıtrat için kullanılacak kayıp malzemeler bulunmaktadır.
Dünyaya aralıklarla gelen peygamberler, her birisi olmasa da en azından bir kısmı insanlara vahye dayanan bir din sistemini sunma ve yeryüzünde uygulanır kılma imkanı bulmuşlardır. Sistemin temelinde hem bu dünyanın ve hem de diğer dünyanın nasıl yaşanılır kılınacağı ile alakalı bilgiler vardır. Zaman ve mekanın kullanımı çalışmaları dinin insan hayatına adım attığının göstergesidir. Zaman ve mekanın parçalara bölünmesi ve paylaştırılması hem adalet ilmine ve hem de düzen fikrine insanı alıştırmaktadır.
Dünya yabani kalmış bir arazi gibidir. Oranın düzenlenmesi ve verim kazanması mümkündür. Bu fırsat insan eline verilmiştir. Sadece yabani olan arazisi değildir dünyanın aynı zamanda canlıları da öyledir. İnsan da bu tanımların içindedir. Öncelik taşıyan çalışmalardan birisi insanın kendisini keşfidir. Dünya arazisi bu imkanı sağlamaktadır.
Fıtrat ile daha farklı bir gözle dünyaya bakma imkanı bulunacaktır. Fıtrat iman gözüdür. İman insana dünya gerçeğinin nasıl görülebileceği konusunda alternatif fikir vermektedir. Bilginin tam ortaya çıkmamış olan yerlerini tamamlayan imandır. Deneyler yeterli sonuç vermediği halde araştırmaya devam etme fikrini veren imandır. Zorluklara rağmen edinilecek bir mekana göçe devam ettiren yurt sahibi olmaya imandır. Yalanın, ayıbın, çirkinliğin ve kötülüğün durduramayacağı gerçeği tamamlayan bir tarafı vardır imanın.
İman bir yanı kulluğa giriştir diğer yanı ile ilaha aittir. Eminliğin ve imanın verildiği ilahi kaynak insanın hayatını kolaylaştıran ve yol gösteren bir yardım sunmuştur. Bu yardım peygamberlerin gönderilişidir. Üstelik bir de bu yardım ilahi hitabın harflere dönüşmesi şeklinde yani kutsal kitap olarak tezahür etmişse o zaman bazı ilkeler dünyada benimsenecek demektir.
İnsanlar ilk peygamberden itibaren ahlaki eğitim açısından bazı bilgilere erişebilmişlerdir. Bu bilgiler ilavelerle ve yapılan yorumlarla bozulmaya uğramışlardır. İlahın tekliği, yardımın kimden isteneceği, ibadetin kime yapılacağı ve nasıl yapılacağı fikirleri de bozulmaya uğramıştır. Yeni gelen elçilerle insanların inançlarında tekrar iyileşmeler gerçekleşmiştir.
Yer yüzüne yeniden ulaşan ilahi mesaj ramazan ayında başlamıştır. Aralıklarla Mekke yakınlarında bulunan Hira mağarasında halvet eden Hz. Muhammed ramazan ayında yine oradaydı. Gün kadir gecesiydi. Bin aydan daha hayırlı olan bir gecedir bu gece.
Cebrail as’ın getirdiği ilk vahiy yeryüzünde uzun süredir devam eden kutsal kitap kaosuna bir çözüm oluşturacaktır. Ayet bu şuuru şöyle haber vermektedir, “Ramazan ayı! O ay ki insanlara yol gösteren, hidayet ve furkandan (doğru ve yanlış ayrımına) apaçık deliller barındıran Kur’ân, o ayda indirilmiştir.” (el-Bakara, 186) İnsanların ilahi sistemin bilgilerine ilk ağızdan ulaşmaları ve kaynak problemine çözüm bulmaları bu sayede mümkün olacaktır. Daha önce en azından akıllarda teklik bozulmuştu. Kitabın hemen olmasa da işleyen süreç içinde insanları kendi etrafında toplaması mukadder olacaktır.
İnanan insanların inançları uğruna yaşamlarında uygulamak isteyecekleri fedakarlıklar olacaktır. Hz. Peygamber’e kendilerini nasıl şükreden bir kul olarak sunabileceklerini soracaklardır. Allah’a adanmak ve fedakarlık nasıl olabilir merak edeceklerdir. Bu merakla bir peygamber olmadığı sıralarda insanlar eski dinlerden kalma bilgilerle oruç tutuyorlar, alkol içmiyorlar veya putları terk ediyorlardı. Vahiy alan bir Peygamber’e erişmiş olmak bazı Mekkeliler açısından oldukça ferahlatıcı olmuştur. Buna işaretle ayet der ki, “ey İman edenler! Oruç sizden öncekilere farz kılındığı gibi sizin üzerinize de farz kılındı.”(Bakara Suresi, 183)
Ramazan ayı Kur’an-ı Kerim’de adı geçen ve değerine vurgu yapılan yegane aydır. Sözlükte “günün çok sıcak olması, güneşin kum ve taşları çok ısıtması, kızgın yerde yalınayak yürümekle ayakların yanması” veya “güneşin güçlü ısısından çok fazla kızmış yer” anlamlarına gelmektedir. Allah Teala şöyle buyurur: “Ramazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur’an’ın indirildiği aydır.” (Bakara, 185)
İnsanlara yeni inanç prensiplerinden ziyade eski inanç ve alışkanlıkları bırakmak zor gelmiştir. Bu sebepten Mekke döneminde inanan sayısı sınırlı kalmıştır. Amaç sayının çoğalması değildir bu ilk etapta. Amaç var olmaktır. Bir kayanın yüzeyinden sızlayan bir su gibi insanlara hayat veren nuru sunmanın mümkün olduğunu göstermektir. Öncelikle amaç Kuran-ı Kerim’in yani hakla batılı bir birinden ayıran nurun meşalesini dikmek ve aydınlığa geçit açmaktır. Ardından amaç 23 sene sürecek olan ahlak eğitimini yapmak ve örnek modeller sunmaktır. İlk örnek model Hz. Muhammed’tir.
İslam’a göre iman yanında ibadetle ahlak sahibi bir insan geliştirilmesi hedeflenmektedir. Ahlak bireysel değildir aynı zamanda toplumsaldır. Yabani bir hayatta yaşam süren bir insanın ahlakı kimseye örnek verilmeyecektir. Toplumsal yaşamda sunulan ahlaki yaşamdır misal verilecek olan. İman bireysel bir durum olarak kabul edilirken ibadet işlevinin bireyselliği yanında toplumsallığı göz önünde tutulmalıdır. Namaz dahil tüm diğer ibadetlerin toplumsal yönü vardır. Cemaatsiz kılınamayan Cuma ve bayram namazlarının toplumsal yapılandırıcı yönü bulunmaktadır.
Müslümanlarca sabır, ibadet, rahmet, mağfıret ve bereket ayı olan ramazan aynı zamanda uygun olmayan bazı hal ve davranışların bırakıldığı buna mukabil disiplinli davranışların benimsendiği bir aydır.
Oruç ibadeti kardeşliği pekiştiren ve insanları ayıran sınırları ufaltan bir ibadettir. İnsanların ırk ve din ayrımı yapılmadan şefkat gördüğü bir aydır ramazan ayı. Merhametin gönüllerden taşıp insandan insana hem ellerle merhamete ve hem de gözlerle sevgiye dönüştüğü bir aydır. Oruç ayı Müslümanların tevazu ve teslimiyeti en yüce makama sunduğu bir aydır. Orada Müslüman’ın bir kimlik iddiası kalmamıştır, kendisini varlığından soyutlamıştır. Kişi teslimiyet sonunda karşılığını en yüce olandan alacaktır.
“Umulur ki oruç sayesinde kötülüklerden korunursunuz.” (Bakara184) bu ayet bireysel ve toplumsal barışın devamını dileyenlere yol göstericidir. Oruç ibadetinin toplumsal yönü, insanların benzer açlık ve susuzluk hallerine kavuşarak benzer duygu ve düşünceye erişmelerini mümkün kılmaktır. Toplum barışına orucun katkısı büyüktür. Hz. Peygamber der ki, “Oruç bir kalkandır. Oruçlu kimse kötü söz söylemesin ve cahillik yapmasın (yani Cahiliyet fiillerinden bir şey yapmasın). Eğer herhangi bir kimse kendisiyle dövüşmeye yahut söğüşmeye girişirse, ona iki defa ‘Ben oruçluyum’ desin.” (Buhârî)
Diğer bir açıdan bakıldığında hayat ve akıl dünyanın görünen yüzünden başka yüzleri de barındırır. Bu sebepten görünmeyen bir kelam tarafından Ramazan ayı gelince, “Hayır ehli, hayra koş, şer ehli, kötülüklerden el çek” (Nesai) denmesine şaşmamak gerekir.
Benzer bir yakarış da şu şekilde telaffuz edilirken okunur, “Ramazan ayı mübarek bir aydır. Allahü teâlâ, size Ramazan orucunu farz kıldı. O ayda rahmet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar bağlanır. O ayda bir gece vardır ki, bin aydan daha kıymetlidir. O gecenin (Kadir gecesinin) hayrından mahrum kalan, her hayırdan mahrum kalmış sayılır.” (Nesai)
Açlık ve tokluğun aynı vakitte yaşanır oluşu fakirin toklukla zenginliği; zenginin açlıkla fakirliği tatmalarına yol açmaktadır. Varlıklı olanla az varlıklı olanın birbirleriyle buluşmasına fırsat veren bir ibadet ayıdır ramazan. Ayrıca verilen iftarlar ve yapılan ibadetler insanları aynı mekan ve zaman diliminde buluşturmaktadır.
Fakirlik sınamasına girmektedir insanlar topluca; dünya nimetleri ve mülkünden azat olma tercihi denenmektedir bu ayda. Ramazan ayı varlığın yoklukla sınanmasına fırsat vermektedir. Hem insan ve hem yaratan kudret bu ayda birbirlerine yakınlaşmaktadır. İlahi kudret yakınlık fırsatını sunarken “insanın her ibadeti kendisinindir oruç müstesna; o benimdir ve mükafatını da ben veririm” (Buhari) demektedir.
Yakınlık öncelikle varlıktan soyutlanmakla mümkün olmaktadır. İnsan rabbine açlık ve susuzluk yanında acziyetle ulaşacaktır. Acziyetin verdiği düşünceli halin yalınlığı başka bir yerde bulunmamaktadır.
Yahya BAL
Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni